21 Şubat 2019 Perşembe

20 kattan yüksek binaların deprem yönetmeliği yok!

Paniğe Kapılmadan Yüksek  Binalardan Uzak Durun



İTÜ Jeofizik Mühendisliği Bölümü eski öğretim üyesi Prof.Dr. Haluk Eyidoğan, Türkiye’de 20’den fazla katlı binaların henüz deprem yönetmeliği bulunmadığını söyledi.


İTÜ Jeofizik Mühendisliği Bölümü eski öğretim üyesi Prof.Dr. Haluk Eyidoğan, Türkiye’de ‘Kentsel Dönüşüm’ adı altında uygulanan projelerin  ‘Yık- Yap-Yenile’ olarak değerlendirilebileceğini, 20’den fazla katlı binalarla ilgili henüz deprem yönetmeliği bulunmadığını söyledi. Yrd. Doç.Dr. Oğuz Gündoğdu da, Türkiye’nin 50-100 bin kişinin yaşamını yitireceği olası Marmara Depremi’nin çok büyük sorunlara yol açabileceğini,ülkenin bölünmesine bile neden olabileceğini anlattı.


Marmara Depremi'nin 17'nci yıldönümü nedeniyle Avcılar Belediyesi ile CHP İl Başkanlığı panel düzenledi. Belediye Başkanı Handan Toprak Benli ve uzmanların katıldığı panelde konuşan İTÜ Jeofizik Mühendisliği Bölümü eski öğretim üyesi, 24'üncü dönem CHP milletvekili Prof.Dr. Haluk Eyidoğan, Türkiye'nin yüzde 70'lik bölümünün bir veya ikinci derece deprem kuşakları üzerinde olduğunu her hafta 4 veya 5 büyüklüğündeki depremlerin olağan sayılması gerektiğini söyledi. 
Asıl sorunun teknik değil, yetersiz afet politikaları ve idari işleyişin ortaya çıkardığı aksamalar olduğunu belirten Prof. Dr. Eyidoğan, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programına (UNDP) Türkiye afet kayıplarında dünyadaki 191 ülke arasında 5'inci, afet nedeniyle yılda ortalama 900 ölüm ile dünyada üçüncü sırada olduğunu hatırlattı. Deprem açısından büyük risk taşıyan İstanbul'daki ticari faaliyetlerin yer aldığı alanların yüzde 56'sının birinci, yüzde 43'ünün ikinci derece deprem bölgesinde olduğuna dikkat çeken Prof.Dr. Eyidoğan, Marmara Depremi Yeniden Yapılandırma Projesi kapsamında İstanbul'daki kamu binalarının depreme hazırlanması için oluşturulan İSMEP için 2006 yılından bu yana 4 farklı bankadan 1.3 milyar euro tutarında kredi alındığını hatırlattı. Prof.Dr. Eyidoğan, buna karşılık güçlendirme, onarım ve yenilenme çalışmalarının çok ağır yapıldığını çok sayıda hastane ve kamu binasının olduğu gibi beklediğini 4.3 milyar TL'lik bu paradan halen 2.2 milyar TL'nin bulunduğunu belirtti.

“1996 MODEL DEPREM HARİTALARI”

Prof.Dr. Haluk Eyidoğan, 2012 yılında halk arasında ‘Kentsel Dönüşüm' olarak bilinen ‘Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında kanun' çıkarıldığını belirterek şöyle konuştu:
“Tüm Türkiye'de ilan edilen afet riskli alanların 5'te 1'i İstanbul'dadır. Boş kamu arazileri, ormanlık araziler, baraj ve su havzaları, şehir merkezlerindeki askeri alanların önemli bölümü dahil 300 bin dönüm arazi ‘Rezerv alanı' adıyla imara açılmıştır. Bütüncül bir planı, toplu dönüşümü ve katılımcılığı esas alan, çağdaş, hak sahibini ve kültürel, sosyal dokuları koruyan bir dönüşüm eylemi gerçekleştirilememiştir. İmara açılmaması gereken neresi varsa hepsini imara açmışlar. Yıllardır söylüyorum. Hala 1996 model deprem bölgeleri haritalarının hazırlanması üzerinden Van ve Simav'dakiler dahil bir sürü deprem oldu. 1996 Deprem Haritasını kullanıyorlar halen. Türkiye deprem haritası 20 yaşındadır ve işlevini yitirmiştir. Uzmanlar, müesseseler, bunu yapacak insanlar var. Toplanıyorlar haritayı çıkaramıyorlar. Ulusal deprem konseyi bir dönem başkanlığını yaptığım dönem deprem yönetmenliğinin değiştirilmesi gerektiğini söyledim. Ancak 2007'de yeni deprem yönetmeliğini revize ettiler. 2006'da toplantı yaptığımız dönemde Ulusal Deprem Konseyi'ni lağvettiler. “

Prof.Dr. Eyidoğan, 2016 yılına gelinmesine rağmen halen 20 kattan yukarı binaların deprem yönetmenliğinin bulunmadığına dikkat çekilirken, ‘Kentsel Dönüşüm' adı altında ‘Gayri menkul geliştirme örnekleri' sergilendiğini, aynı altyapı üzerinde, yeşil alanları azaltarak depreme dayanıklı bina yapmanın ‘Kentsel dönüşüm' değil; ‘Yık- Yap-Yenile' olduğunu ekledi.

“TÜRKİYE’NİN BÖLÜNMESİNE BİLE YOL AÇABİLİR”

Yrd.Doç.Dr. Oğuz Gündoğdu da, aynı zamanda kültür ve yaşam düzeyini yükselten örnek gösterilebilecek ‘Kentsel Dönüşüm' projesi bulunmadığını ifade ederken, hazırlıksız yakalanılması halinde olası Marmara Depremi'nin Türkiye'nin bölünmesine bile yol açabileceğini söyledi. Yrd.Doç.Dr. Gündoğdu şöyle devam etti: “Afaki gibi görünüyor ama. Siz 15 Temmuz'u düşünün. Hemen arkasından bu beklenen deprem olsaydı. Bütün bunları düşündüğümüzde hayal gücümüz önemli bir şey ama 15 Temmuz'da nelerle karşılaştığımızı son derece iyi biliyorsunuz. Bunun arkasında 50, 60, 100 bin kişinin kayıpla uğraşan bir fay tüm Marmara Bölgesi'ni etkiler. Altından zor kalkacağımız bir problemdir. Her şeyden daha zor.”
Yrd.Doç.Dr. Gündoğdu, 20 ve daha yüksek katlı binalarla ilgili yönetmenliğin de bir an önce çıkarılması gerektiğini söyledi.
Kaynak:https://emlakkulisi.com/20-kattan-yuksek-binalarin-deprem-yonetmeligi-yok/484149

Yüksek binalar depreme yenilecek 2019

Yüksek  Binaların  Kaçınılmaz Tehlikesi


Jeofizik Fizik Mühendisi Oğuz Gündoğdu, İstanbul’da 7 şiddetinin üzerinde bir deprem beklentisi olduğunu belirtti. Gündoğdu, yüksek binaların yapımının hızla devam ettiğini ve depreme karşı koyacak bir yapılaşmanın olmadığını söyledi.

İstanbul depremi için atılması gereken adımların atılmadığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı raporlara yansıdı. Aydınlık’ın mercek tuttuğu rapor, felaketle ilgili yapılması gerekenlerin lafta kaldığını ve rant beklentisiyle hayata geçirilemediğini gösterdi. İstanbul depremini ve yaşanabilecek olası sıkıntıları Jeofizik Fizik Mühendisi Oğuz Gündoğdu ile konuştuk.


Jeofizik Fizik Mühendisi Oğuz Gündoğdu, depremin yaklaştığına işaret eden dört parametre olduğunu söylüyor. Gündoğdu’ya göre bunlar; Elektromanyetik alandaki olağanüstü değişimler, mikro depremlerin oluşması, termal sularda ısınma ve bazı hayvanların beklenmedik davranışları. Gündoğdu, bu dört parametrenin takibiyle yaklaşan depremin fark edilebileceğini, ancak söz konusu verilerin incelemesini devletin yapmadığını söylüyor. Gönüllü bir oluşum Doğa Hareketleri Araştırma Derneği değişkenleri takip ediyor ve AFAD’a bildiriyor. AFAD’a gönderilen veriler ise sadece ‘depolanıyor.’ Gündoğdu Aydınlık’ın sorularını yanıtladı.
Marmara deprem tehlikesi altında bir bölge. Bu neden böyle, kısaca anlatabilir misiniz?

Dünyada 12 büyük levha ve birçok levhacık var. Levha yerkürenin kabukları, hareket halinde. Türkiye’nin tektoniği şöyle: Arap Yarımadası tektoniğinin itmesiyle bizim ülkemizdeki tektonik kuzeye doğru hareket ediyor. Kuzeye harekette karşımıza Avrasya tektoniği çıkıyor. Bu Avrasya tektoniği de çok az hareket eden bir levha. Dolayısıyla güneydeki basınç ve hareket etmeyen Avrasya tektoniği nedeniyle bizim Türkiye’deki tektonik hareket batıya doğru oluyor. Böylece Kuzey Anadolu fay zonu oluşuyor. Kuzey Anadolu fayı yılda 2-2.5 cm hareket ediyor. Ama döndüğü zaman 4 cm’e çıkıyor. Aradaki fark da bir enerji oluşturuyor.

İzmir'de tam olarak bu anlattıklarınızdan dolayı mı bir deprem bekleniyor?

Evet. Ve İstanbul’da 1766 depreminden sonra biriken enerjinin açığa çıkmasıyla tekrarlanacak. Çünkü devamlı hareket var, her yıl 2, 2.5 cm kayıyor. Bunu herkes kabul ediyor. Tek parça kırılacağını söyleyenler de var. Ama tarihte böyle bir şey yok.

SENELER GEÇTİKÇE OLASILIK ARTIYOR


Peki, beklediğimiz büyük depremin hangi zaman aralığına göre gerçekleşme olasılığı var?

1999 Depreminden sonra çalışma yaptık. Şunu söyledik: 30 yıl içinde 7’nin üzerinde bir deprem yüzde 62 olasılıkla olacak. Seneler geçtikçe olasılık da artıyor. 2030’dan sonra yüzde yüz olacak, her an olabilir duruma geçecek. Ancak yine de olmama ihtimali her zaman var.

En büyük riskin binalardan mı kaynaklanacağını düşünüyorsunuz?

7 şiddetinin üzerinde bir deprem İstanbul’un canını çıkarır. 17 yılı çok dolu geçirmedik. Tehlike var ama asıl risk buna karşı koyacak yapılaşmanın olmaması. Yapılaşma hızla devam ediyor. Yüksek yapılar yapıyoruz ve bunların yönetmelikleri yok. 30 katlı 40 katlı Allah ne verdiyse yapıyoruz.

Erken uyarı sistemleri yoluyla depremi olmadan önce öğrenemiyor muyuz?

Depremde S ve P dalgası dediğimiz dalgalar arasındaki farktan, asıl yıkıcı dalga gelmeden 8 saniye önce İstanbul’da fark edebiliyoruz. 8 saniye insanları kurtarmaya yaramaz. Ama tehlikeyi önlemeye yeter. Ama benim bildiğim kadarıyla İstanbul’da aktif bir deprem uyarı sistemi yok.

Depremin yaklaştığını anlayabileceğimiz parametreler var mı?

Mikro deprem aktivitesi var. En önemlisi bu. Fay kırılmadan önce küçük depremler olur. Bunlar mikro deprem aktivitesidir ve depremi önceden belirleyecek en önemli parametredir. Mikro deprem aktivitesi şu anda görülmüyor. Bu olursa, elektromanyetik alandaki değişimler varsa, termal sular harekete geçiyor ve hayvanların davranışları değişiyorsa deprem geliyor demektir.

Betonlaşmanın Çevreye Zararları

Betonlaşmayı bırakın ,Sağlığınızdan olmayın





  1. Çevreye karşı yapılan büyük bir haksızlıktır.Şehirlerde her yerde yüksek binalar var olmaya başlamıştır. Bu binalar doğal ortamdan çalınarak yapılmaktadır. Yeşillik alanlar kesilip tahrip edilerek, parklar yıkılarak ve ortamın doğal yapısı bozularak binalar, fabrikalar, köprüler ve yollar yapılmaktadır. Elbette doğanın bu yapılara karşı aldığı intikamda çok sert olmaktadır.
  2. İnsan psikolojisi üzerinde yıkıcı etki yaratmaktadır. Çok büyük şehirlerde yaşayan insanların genel olarak bir bunaltı yaşamaktadırlar. Yüksek binaların varlığının insanlara nefes alma ortamı yaratmayışı, gürültü kirliliği ve kirli hava sağlığı kötü etkilerken psikoloji üzerinde de olumsuz etki yaratmaktadır. Aslında hayat kalitesini artırmak amaçlı yapılan bu yapılar aksine bu kaliteyi düşürerek insanların taş bloklar arasına sıkışmasını sağlamaktadır.
  3. Tarım alanları ve hayvancılığın sonunu hazırlar.Ülkemiz için betonlaşmanın zararları denildiğinde akla en sık gelen sorun tarım alanlarının yok olmasıdır. Üretim için en gerekli şey olan tarım alanlarına yapılacak yapılar üretimin durmasına sebep olmaktadır. Buna ek olarak hayvancılık için gerekli olan otlak arazilerinde büyük şirketler tarafından ya da devlet tarafından alınıp inşaatlara başlanması özellikle büyük baş hayvancılık için çok büyük tehdittir.
  4. İklim üzerinde değişiklik yaratmaktadırMevsimlerde ısı değişikliklerine sebep olan betonlaşma aslında büyük şehirlerde yaşayan insanların kolaylıkla farkettiği bir durumdur. Gün boyunca enerji toplayan yollar, binalar ve birçok yapı bu en erjilerini ısı olarak insanlara yansıtmaktadır. Bina yoğunluğu yüksek olan ve gelen güneş ışınlarını içine hapseden yapılara göre açıklık alanların daha serin olduğu bir gerçektir.
  5. Eskiden doğadan gelen malzemeler doğaya dönebilirdi21. yy’ da geri dönüşümün dünyamızın sürdürülebilir oluşu açısından çok önemli olduğu bir gerçektir. Bu konuda eski zamanlarda tüm yapılar kerpiç, ahşap ve taş gibi organik malzemelerden yapılırdı. Herhangi bir yıkılma durumunda doğa kendi içine bu malzemeleri geri alırdı. Fakat artık inşaat işlemlerinde yeni ve doğaya zararlı olabilecek malzemeler kullanılmakta. Bu hem geri dönüşümü engellemekte hem de doğaya ve gelecek nesillere büyük zararlar vermektedir.
Çevre kirliliği genel olarak insanların her türlü faaliyetleri sonucu suda, toprakda ve havada meydana gelen olumsuz gelişmelerle ekolojik dengenin bozulması ve böylece ortaya çıkan kötü koku, zehirlilik, radyasyon, gürültü, hava kirliliği ve arzu edilmeyen diğer sonuçlar olarak tanımlanabilir. Çevresel problemlerin nedenleri hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde benzer bir eğilimle, plansız kentleşme ve sanayileşmeyle ilgilidir. Burada plansız kentleşmeyi önemle vurgulamamızın nedeni çevre üzerindeki tahribatın asıl nedeninin birçok kaynakta gösterildiği gibi kentleşmenin değil, plansız kentleşmenin olduğudur. Özellikle insanların daha iyi yaşam şartlarına kavuşmak amacıyla kentlere göç etmeleri çevresel bozulmaların nedenlerinin başında gelmektedir. Bilim adamları kırsal alanlardan kentlere doğru göç sürecinin önümüzdeki 50 ile 100 yıl arasında özelliklede gelişmekte olan ülkelerde devam edeceğini tahmin etmektedirler. Kentleşmenin çevre üzerindeki tahribatı genellikle üç şekilde meydana gelmektedir. Bunlar[19]:
a) Doğal Yaşam Alanlarının Yerleşim Alanlarına Dönüşmesi. Yani habitat üzerindeki etki. Plansız yapılan bir kentleşme hareketi sonunda verimli tarım arazileri yerleşim alanlarına dönüştürülmekte, zaten kıt olan tarım arazilerinin israfına yol açılmaktadır. Hayvanlara ait yaşam alanları da insanların istilasına uğramış, sonuç da bazı hayvan türleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.
b) Aşırı Doğal Kaynak Çıkarımı ve Tüketimi. Büyüyen şehirler genellikle yerel alanlardan sağlanandan daha fazla kaynağa gereksinim duyarlar. Bu yüzden şehirler sadece kendi sahalarından değil, kendilerinden çok uzakta bulunan doğal kaynakları da çıkarıp tüketmektedirler. Bugünkü hızla tüketilmeleri durumunda Alüminyum rezervlerinin 31 yıl, kömür rezervlerinin 111 yıl, bakır rezervlerinin 21 yıl, civa rezervlerinin 11 yıl ve petrol rezervlerinin 20 yıl sonra tükeneceği tahmin edilmektedir.
c) Atıkların Dünya Tabakaları Üzerindeki Etkisi (atmosfer, litosfer, hidrosfer). Gerçekten kentleşme en çok atmosfer, litosfer ve hidrosfer üzerinde olumsuz etkilere yol açmaktadır. Bunların neler olduğu aşağıda sıralanmıştır.

Betonlaşmanın İklim Üzerindeki Etkileri

Kentleşme sonucu ortaya çıkan yapılanma aşırı ısınmaya neden olmaktadır. Örneğin yollar, binalar, kaldırımlar gün boyu depoladıkları enerjiyi geceleyin serbest bırakarak iklimin aşırı ısınmasına neden olmaktadır. Yine aşırı yapılanma rüzgarların esişini olumsuz yönde etkileyerek bitki örtüsüne zarar vermektedir. İklimin aşırı ısınmasına neden olan bir diğer etkende sera etkisidir[21]. Atmosferdeki artan karbondioksit miktarı bir seradaki cama benzer şekilde güneş ışınlarının içeriye girmesine engel olmazken, tekrar atmosfere dönmesine engel olarak dünya ısısının artmasına yol açmaktadır. Yapılan bazı hesaplamalara göre 2020 yıllarında dünyanın ortalama ısısının 1-2 derece artması halinde ortaya çıkacak buzul erimeleri sonucu karaların %20’si sular altında kalacaktır.

Betonlaşmanın Hava Kirliliği Oluşturması

Hava kirliliği kentlerin temel sorunlarından birisidir. Yapılan araştırmalara göre dünyada 1.1 milyardan daha fazla insan oldukça kötü havaya sahip şehirlerde yaşamaktadır. Şehirlerdeki hava kirliliğinin ana nedenleri endüstriyel gazlar, araçlar ve enerji üretiminin neden olduğu kirlenmedir[22]. Hava kirliliği hava ortamındaki kirletici unsurların havanın kendini temizleme kapasitesini aşması sonucu meydana gelmektedir. Bu açıdan hava kirliliği toz, duman, koku, su buharı gibi kirletici unsurların insan ve diğer canlılar ile eşyalara zarar verecek miktarlara yükselmesi olarak tanımlanabilir.
Ülkemizde sanayiden kaynaklanan hava kirliliğinin nedenlerini ise aşağıdaki gibi gruplandırabiliriz:
a- Gazların ve tozların filtre edilmeden atmosfere bırakılması,
b- Sanayi için yer seçilirken topoğrafik, meteorolojik özelliklerin dikkate alınmaması,
c- Temiz teknoloji yerine kirletici teknoloji kullanılması,
d- Kullanılan yakıtlarda kirletici oranının yüksek olması.
Hava kirliliği özellikle solunum rahatsızlığı çeken insanlar üzerinde daha kötü sonuçlar doğurabilmektedir. Günümüzde büyük şehirlerde yaşayan onbinlerce insan hava kirliliği sonucu hayatını kaybetmektedir.

Betonlaşmanın Doğal Kaynakları Üzerindeki Etkiler ve Zararları

Kentleşme sonucunda ortaya çıkan en önemli problemlerden biri de su kaynaklarında meydana gelen kirlenme ve azalmadır. Özellikle büyük kentlerde yaşanan aşırı su tüketimi su kaynaklarını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Günümüz dünyasında yaklaşık 1 milyar insanın temiz ve sağlıklı suya ulaşamadığı tahmin edilmektedir[23]. Sağlıklı suyun giderek azalması beraberinde ürkütücü sonuçlar getirmiştir. Örneğin günümüzde yaklaşık 900 milyon çocuk ishal hastalığına yakalanmakta ve 3 milyon çocuk da bu hastalık sonucu hayatını kaybetmektedir[24]. Kentlerde yaşanan çarpık yapılanma suyun hidrolojik döngüsünü de bozmaktadır. Suyun kirlenmesine neden olan en büyük etken ise lağım sularıdır
– Enerji Tüketimi ve Hava Kirliliği; Yıllık toplam enerji üretiminin yaklaşık %20’si taşıma amacı ile kullanılmaktadır. Bunun da %60 ile %70’i insanların taşınması yani ulaşım alanında geri kalanı da nakliye amaçlı olarak kamyon ve tır gibi araçlar tarafından kullanılmaktadır. Araçlarda yakıt olarak kullanılan enerjinin temelde petrol ürünlerine dayanması dünya toplam petrol üretiminin yaklaşık yarısının araçlarda yakıt olarak kullanılmasına neden olmaktadır. Motorlu araçların neden olduğu bir diğer olumsuz etki de hava kirliliğidir. Özellikle kentlerdeki hava kirliliğinin temel nedenleri arasında sayabileceğimiz egsoz gazları ihmal edilemez boyutlara ulaşmış durumdadır. Havada bulunan zararlı gazların yaklaşık yarısının motorlu araçlardan kaynaklandığı kanıtlanmıştır.
– Gürültü Kirliliği: Kentleşme ile birlikte motorlu araç sayısının ve kullanımının artması beraberinde gürültü kirliliği denilen bir başka sorunu da getirmiştir. OECD ülkelerinde yaşayan 100 milyondan fazla insan motorlu araçlardan kaynaklanan gürültünün tehdidi ile karşı karşıyadır. Şöyleki: gürültü ölçütü olarak kullanılan desibel bazında bu ülkelerde insanların maruz kaldığı gürültü miktarı 65 desibelin üzerindedir (Kabul edilebilir sınır 55 desibeldir).
Kaynak: yenisöz, renklinot, zararları.org

Binalar yükseldikçe hayatlar kısalıyor DİKKAT

İngiltere’nin başkenti Londra’da 13 katlı binada çıkan yangın, ‘Yüksek binalar ne kadar güvenli’ sorusunu akla getirdi.


Aslında yüksek binaların, insan psikolojisi ve çevre üzerine zararları başta olmak üzere bir çok açıdan risk teşkil ettiği belirtildi.Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof.Dr. Hamit Hancı ve Adli Bilimciler Dernegi Adli Mühendislik Komisyonu Başkanı Melike Özlem Bilgili, yüksek binalar hakkında önemli açıklamalarda bulundu.Dikey mahallelerde oturur olduk !
Modern yaşamın bilinen en belirleyici özelliği, her şeyin en ^büyüğüne ulaşmak şeklinde karşımıza çıkıyor. En yüksek binayı tasarlamak, inşa etmek, en yüksek tepeye tırmanmak, en uzun yolu kat etmek, en derine dalmak veya en büyük yapıda yaşamak gibi... Bu açıdan bakıldığında, teknolojik gelişmenin de yardımıyla, binalara gün geçtikçe yeni katların eklenmesi, çatıların gökyüzüne yaklaşması çok da şaşırtıcı değil

Çevre üzerindeki zararları

Çevre kirliliği genel olarak insanların her türlü faaliyetleri sonucu suda, toprakta ve havada meydana gelen olumsuz gelişmelerle ekolojik dengenin bozulması ve böylece ortaya çıkan kötü koku, zehirlilik, radyasyon, gürültü, hava kirliliği ve arzu edilmeyen diğer sonuçlar olarak tanımlanabilir.

Çevresel problemlerin nedenleri hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde benzer bir eğilimle, plansız kentleşme ve sanayileşmeyle ilgilidir.

Burada plansız kentleşmeyi önemle vurgulamamızın nedeni çevre üzerindeki tahribatın asıl nedeninin birçok kaynakta gösterildiği gibi kentleşmenin değil, plansız kentleşmenin olduğudur.

Özellikle insanların daha iyi yaşam şartlarına kavuşmak amacıyla yüksek binalara rağbet etmesi durumu vahim hale getirmektedir.

İklim üzerindeki etkileri

Aşırı ısınmaya neden olmaktadır. Örneğin yollar, kaldırımlar ve özellikle Yüksek Binalardan oluşan alanlar, gün boyu depoladıkları enerjiyi geceleyin serbest bırakarak iklimin aşırı ısınmasına neden olmaktadır. Yine aşırı yapılanma rüzgarların esişini olumsuz yönde etkileyerek bitki örtüsüne zarar vermektedir. İklimin aşırı ısınmasına neden olan bir diğer etkende sera etkisidir. Atmosferdeki artan karbondioksit miktarı bir seradaki cama benzer şekilde güneş ışınlarının içeriye girmesine engel olmazken, tekrar atmosfere dönmesine engel olarak dünya ısısının artmasına yol açmaktadır

Hava kirliliği

Hava kirliliği hava ortamındaki kirletici unsurların havanın kendini temizleme kapasitesini aşması sonucu meydana gelmektedir. Bu açıdan hava kirliliği toz, duman, koku, su buharı gibi kirletici 
unsurların insan ve diğer canlılar ile eşyalara zarar verecek miktarlara yükselmesi olarak tanımlanabilir.

Yüksek Binaların artışı ile hava akımlarının doğallığı kaybolur, çeşitli hava koridorları oluşur; bazı alanlarda hava akımı engellenirken, bazı alanlarda hava akımı şiddetlenir.

Elektromanyetik alan kirliliğine neden olurlar

Yüksek Binalardan oluşan yaşam tarzında: EMA-Elektro manyetik Alan kirliği üst noktalardadır. Yüksek binaların katları, ofisleri, daireleri arasında bu kirlilik rahatlıkla paylaşılır. Elektro manyetik alanlar mevcut binaların duvarları arasından rahatlıkla geçerler. Komşunuzun elektrikli cihazlarla yaptığı tüm faaliyetler uzaklığı oranında sizlerin dairenizi, ofisinizi etkiler!

Yüksek binaların elektrik kabloları; zayıf akım alçak gerilim- orta ve yüksek gerilim kabloları, bu kabloların beslediği tüm cihazlar, makineler, motorlar ve her türlü akım çeken üniteler bina içerisinde yüksek bir "kirli elektrik alanı" oluştururlar.

Ayrıca aydınlatma armatürlerinin yaymış olduğu titreşim ve ısıları (bilhassa ekonomik floresanların güçlü titreşimleri) insan organizması üzerinde oldukça zararlıdır ve Dünya sağlık örgütünün "kansorejenler" listesinin ilk sıralarına şimdiden yerleşmiş durumdadır.

Elektrik alan ve manyetik alan sadece insanları mı etkiliyor?

ABD, Türkiye, Yunanistan, Almanya, İspanya, Portekiz, Hırvatistan, İsviçre, Kanada ve Avustralya gibi onlarca ülkede bal arıları gizemli bir şekilde ortadan kayboluyor. Yapılan ilk araştırmalar arı ölümleri temelinde Elektromanyetik kirliliğin olduğunu işaret ediyor. Bu kirlilik arıların navigasyon (yön bulma) yeteneklerini tamamen çökertiyor. Arıların teknoloji kullanımının üst seviyelerde olduğu gelişmiş ülkelerde yüksek oranda ölmesi dikkat çekicidir. Bu durum: Einstein'in "Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanlığın sadece 4 yıl ömrü kalmış demektir" şeklindeki bilimsel kehanetini yeniden gündeme getirdi...

Elektromanyetik alanın kapsamı olan, Elektrik alan ve manyetik alan birbiriyle ilişkilidir. Örneğin, Fırtınalı bir havada şimşek çaktığı anda veya bir yere yıldırım düştüğünde pusula iğnesinin hareket ettiğini görebilirsiniz. Bir elektrik alandaki değişiklik yakındaki bir manyetik alanda değişikliğe neden olur, ve bu değişiklikte elektrik alanda değişiklik yapabilir.

İnsan vücudunda; cilt ile cisimler arasında oluşan mikrokıvılcım, saçların ve vücut tüylerinin titreşmesi, cildin üzerine "üfleniyormuş" duygusu, deri iğnelenme hissi ve nahoş bir his algılanması durumunda elektrik alan etkisinde kalındığına dikkat edilmelidir.



Kısa vadeli etkiler




Stres,




Görüş alanın daralması,




Kulak bölgesinde ısınma (özellikle cep telefonu), •Kalp pilinin bozulma riski,




Kulak çınlaması,




Yorgunluk hissi,




Konsantrasyon bozulması,




Baş ağrıları,




İşitmede geçici aksaklılar,




Sersemleme




Yüksek katlı binalar, çalışanlara sağladıkları konfor, kaynakların ekonomik kullanımı, daha fazla insanı bir arada çalıştırma imkanı gibi olumlu katkılarının dışında birçok sağlık sorununu da beraberinde getirmektedir. Klimalardan kaynaklanan enfeksiyonlar, üst solunum yolu sorunları bunlardan bazılarıdır. Özellikle de gerilim tipi baş ağrısı şikayeti oluşturduğu saptanmıştır. Çevrelerinden güneş çalan bu binaların, asosyalleşmeye kadar sosyo- psikolojik etkilere neden olduğu vakalar mevcuttur.




Yüksek katlı binalar, estetik nedenlerle çoğu kere boydan boya düz bir dış görünüme sahiptir. Bu durum dış cephe yangınlarında binanın bir anda yanmasına neden olur. Girinti çıkıntılar yangını yavaşlatan engeler yaratır.




- Örneğin uzmen Towers yangınında: 13 kat (62 m) boyunca dış cephe tepeye kadar 3,5 dakikada (66 cm/s hızla) yanmıştır.




- İtfaiye teşkilatının yangınlara 5 dakikada yetişecek plana sahip olduğu dikkate alındığında, dış cephe yangınının bu hızına yetişemeyeceği, ancak tüm cephe tutuştuktan sonra olay yerine varabileceği ortaya çıkmaktadır.




Yüksek katlı yapılaşma, on yıllar boyunca dünyanın hemen her yerinde, yüksek nüfus artışı ve hızlı şehirleşmenin gereklerine uygun cevabı verebilmenin tek çaresi olarak görülmüştü. Ancak, yine on yıllardır yapılan araştırmalar, yüksek yapılaşmanın çok ciddi psikolojik ve sosyal tahribat doğurduğunu ve toplumsal dejenerasyona yol açtığını ortaya çıkartmaktadır. Bizim ülkemizde hala büyük ümitler bağlanan yüksek yapılaşma, batı dünyasında çoktan gözden düşmüştür. Bugün geçmişin hataları olarak kabul edilen yüksek apartman blokları pek çok Batı ülkesinde on yıllar önce onları gururla inşa edenler tarafından birer birer yıkılmakta, yerlerine daha düşük yoğunluklu alçak binalardan oluşan toplu konut siteleri yapılmaktadır




Terör olayları açısından değerlendirilmeli




Yüksek binalarda güvenlik ve afet önlemleri hep deprem üzerine kurulu olarak ele alınmıştır. Ama yangın, biyolojik ve kimyasal saldıralar ve terör olaylarda, yüksek katkı binaların güvenirliliği ciddi şekilde ele alınmalıdır. Artık şehirlerin iki üç katlı alanlarıyla park alanlarıyla yatay büyümesi sağlanmalıdır.

Kipa İzmir AVM,Kipa Manisa AVM,Kipa AVM,Salihli Kipa AVM,İzmir Rezidans,Manisa Rezidans,Salihli Rezidans,Yüksek İnşaat,İnşaat Hastalıkları,1+1,2+1,3+1,4+1,5+1,6+1,7+1 Daireler ,İzmir,Manisa,Salihli,Uşak Kararı  siz  verin  yüksekte  oturup  hasta  olmakmı  istiyorsunuz.Karar  sizin.

Yüsek Binaların Zararlarının Farkınmasınız

Ev  almayı  düşünenler,BİNALAR  YÜKSELDİKÇE HAYAT KISALIYOR


Yapılan  araştırmalara  göre  çok katlı  binalarda  yaşayanlar daha  fazla  mutsuz  ve  daha  fazla  kalp  krizine  yakalanıyorlar.

BİNALAR YÜKSELDİKÇE HAYATIN KISALIYOR

BİNA DEĞİL CEHENNEM
Adına gökdelen denilen yüksek katlı binalar, metal kaplama ve yüksek teknolojik donanımları nedeniyle radyasyon toplama âleti gibi çalışıyor. Sentetik maddelerle yapılan izolasyonlar binanın nefes almasını engellediği için de yaşayanlar temiz havadan mahrum kalıyor. Çevre irtibatının kopması ve izole bir hayatın dayatılması psikolojik sorunlara yol açıyor.
TABİİ DENGEYİ BOZUYOR
Sıra sıra dizilen yüksek binalar rüzgâr, güneş ve yağmuru da etkiliyor. Gökdelenlerin daha yoğun bulunduğu bölgelerde sıcaklık diğer bölgelere göre daha fazla hissedilirken, hava kirliliği de daha yüksek çıkıyor. Yüksek binalar rüzgârın yönünü etkilediği için şehrin bütününde kasvet ve kötü hava hâkim oluyor. Betonlaşmanın neticesi olarak tabii denge ve su kaynakları da kirleniyor.
BETONLAŞMAK GAYRİ MEDENİLİK
Yüksek katlı binaların yer altına doğruda ilerlemesi aynı zamanda yer kürenin dengesi bozduğu, su kaynaklarının yatağını değiştirdiği, şehrin su kaynaklarının beslenmesini bozduğu kaydedildi. Hava akımını bozması beraberinde pek çok sağlık sorununu da getirdiğini dile getiren batılı uzmanlar, yüksek binaların oluşturduğu radyoaktif akım şehirlerin tabii düzenini yok ettiğini dile getiriyor.
TOPRAK ARTIK SU GEÇİRMİYOR
Betonlaşmanın birçok olumsuz getirisi olduğunu söyleyen mimarlar Eyüp Muhçu, “Öncelikle betonlaşmayla birlikte ormanlar yok ediliyor ve ekosistem bozuluyor. Toprağın su geçirimliliği ortadan kalkıyor. Betonlaşma su kaynakları üzerine yapıldığında da yeraltı su kaynaklarının yatağı değişebiliyor, su kaynakları beslenmiyor ve kentin su ihtiyacının karşılanmasında yetersiz kalıyor” görüşünde.
HAVA AKIMI YOK OLUYOR
Yüksek yapılaşmayla birlikte hava akımları olumsuz etkilediğini kaydeden Muhçu, “Bu yapılar kentin ihtiyacı olan hava akımının, rüzgârların ya önünü kesiyor ya da yönünü değiştiriyor. Bu şekilde betonlaşma şehrin ısısının artmasına neden oluyor. O binalarda kullanılan enerji, binaların ısısının dışa vurumuyla birlikte güneş, hava ve suyun toprakla buluşamamasına da neden oluyor” diyor.
GÖKDELEN: FAKİR HAPİSHANESİ
Yapılan çalışmalar gökdelenlerde yaşayanlar daha umursamaz ve acımasız olduğunu gösteriyor. Komşuluk hukukunun yok olduğunu, aşırı güvenlikçi yaklaşımla güven sisteminin tümüyle yok edildiğini belirten gözlemciler, batılı zenginlerin hiç birinin bu tür mekânlarda yaşamadığını, gökdelenlerin daha çok fakir hapishanesi olduğunu kaydediyor. Batılı zenginlerin de kısa bir süre gökdelenlerde yaşadığını ancak gökdelen hayatının kötülüğünü görünce hemen terk edip, fakirleri buralara doldurduklarını aktaran mütehassıslar, yeni sistem gelişmekte olan ülkelere pazarlanarak hem kadim şehirlerin yok edildiğini hem kaynakların yok edildiği, hem de insanların sağlıkları bozularak yeni bir endüstrinin doğmasına yol açıldığını aktarıyor.
3 DERECE DAHA YÜKSEK
“Yüksek Binalar, asfalt yollar ve yeşilin olmaması şehirde ‘ısı adası' etkisi yapıyor Prof. Dr. Orhan Şen şunları söylüyor: “Bu ne demek? Çevreye göre buralarda sıcaklık 3 derece daha yüksek oluyor. Daha fazla yeşil alan olsa İstanbul'da ısı daha az hissedilecek. Aynı şehirde gökdelenlerin daha yoğun bulunduğu bir alanla, daha yeşillik bir alandaki sıcaklıkları karşılaştırdığınızda; gökdelen alanlarının 2-3 derece daha sıcak olduğunu görürsünüz.”
GÖKDELENLERDE YAŞAYANLARIN KURTULMA ŞANSI YOK
Kanada'da St Michael's Hastanesi'nin gerçekleştirdiği araştırmaya göre, gökdelenlerde yaşayanların kalp krizi geçirdiklerinde hayatta kalma şansı azalıyor. Bunun nedeni olarak müdahale süresinin uzaması gösteriliyor.
HIZLI MÜDAHALE HAYATİ ÖNEM TAŞIYOR
Araştırmada, bilimsel çalışmada kalp krizi geçirenlere hızlı müdahalenin hayati büyük önem taşıdığına vurgu yapılıyor. Kalp krizi geçiren bir hastaya müdahalenin 1 dakika gecikmesi, kurtulma şansının yüzde 7 ile 10 azalmasına anlamına geliyor.
Bir binanın birinci ve ikinci katında yaşayanların müdahale halinde kurtulma şansının yüzde 4,2 olduğu belirtiliyor. İncelemeye alınan toplam 9 bin kişi arasında, 12'ıncı kat ve üzerinde yaşayanlardan sadece yüzde 0,9'u kurtulabildi.
10'inci kat ve üzerinde oturan ve kalp krizi geçiren 30 kişiden kurtulan olmadı. Buna çare olarak gökdelenlerde, belirli katlarda ve asansörler gibi yerlerde kalbin yeniden normal ritmine dönmesini sağlayan cihazların konulması ya da böyle acil bir durumda binaya gelen sağlık ekipleri için ayrı bir asansör bulundurulması öneriliyor.
Uzun vadeli etkiler

Genetik yapının bozulması,

Beyin hücrelerinde ölüm ve beyin tümörü,

Beyaz kan hücresi (lenfoma) kanseri,

Beyin bariyerinin zedelenmesi,

Kalp rahatsızlıkları,

Hafıza zayıflaması,

Kalıcı işitme bozuklukları,

Embriyo gelişiminin zarar görmesi,

Düşük riskinin artması,

Kan hücrelerinin bozulması
Siz  siz Olun Oturacak olduğunuz  dairede  5 Kat'lı  Daire 'yi  Geçmeyin.
Kipa İzmir AVM,Kipa Manisa AVM,Kipa AVM,Salihli Kipa AVM,İzmir Rezidans,Manisa Rezidans,Salihli Rezidans,Yüksek İnşaat,İnşaat Hastalıkları,1+1,2+1,3+1,4+1,5+1,6+1,7+1 Daireler ,İzmir,Manisa,Salihli,Uşak Kararı  siz  verin  yüksekte  oturup  hasta  olmakmı  istiyorsunuz.Karar  sizin.İnşaat,Lansman